Faro’dan Porto’ya, Yürümeye Başlamadan Önce – Camino Portugues / Bölüm 1

Merhabaaaa! Size inanilmaz keyifli bir rotadan bahsetmeye geldim. Yalnızzzz, yürümeye hazırsanız! Uzun, upuzun bir yürüyüşe.. 

Yönümüzü Avrupa`nin güneybatısına, Atlantik kiyilarinda bulunan, Avrupa’nın en eski ülkelerinden biri olup 1143 yılında bağımsız bir krallık olarak kurulan Portekiz'e çeviriyoruz. Aslında bisiklet turu yapmak icin planladigim tatilimi, bisiklet bulamayınca/alamayinca baska sekilde degerlendireyim dedim ve en uygun uçak biletlerini ararken, Faro isimli bir sehre denk geldim. Daha önce hic duymamistim. Bu minik sehir, Portekiz Algarve bölgesinin başkenti. Yaklaşık 65.000 kisi yaşıyor. 


Hmm dedim icimden, Portekiz'e de hic gitmedim daha önce. Neden olmasın ki, dur bir arastirayim derken, Portekiz'den de gecen Camino de Santiago, the way of St. James, yani Aziz Yakup'un Güzergahina, haci yollarından birine denk geldim. Nedense hep Ispanya'da diye düsünüp, diğer rotaları hic arastirmamistim. Porto'dan başlayıp, Ispanya'nin Santiago de Compostela sehrinde sonlanan bir yol da varmış. 

Simdi sizi yola çıkarmadan önce, minik birkaç bilgi vereyim. Campus Stellae Latince Yildiz Tarlası anlamına gelir. 9.yy da bir çoban gökyüzünde parlayan yildizlar görüyor ve Hz. Isa'nin havarilerinden biri olan Aziz Yakup'un mezarını buluyor. Daha sonra o dönemin kralı da buraya bir kilise inşaa ettiriyor, zamanla da bu hac rotaları oluşuyor. Hacılar, Aziz Yakup’un simgesi olan tarağı (vieira kabuğu) taşıyarak yollarını işaretlemişler. Bu kabuk, aynı zamanda yol boyunca su kaynaklarını işaret etmek için de kullanılmış. Böylece bugünkü rotalar oluşmuş. 


Orta Çağ’da dini nedenlerle yapılan bu yolculuk, günümüzde sadece inanç temelli bir yürüyüş değil. Benim gibi Maceraperestler, ruhsal arayışta olanlar, doğaseverler ve kültürel keşif yapmak isteyenler de Camino’yu yürüyor :) Orta Çağ’da hacılar, yol boyunca konakladıkları manastır, kilise veya hanlardan onlara yardımcı olunduğunu ve orada konakladıklarını belgelemek için damga alırlarmış. Her damga, verildiği yerin adını ve tarihini içerir. Bu sayede hacılar, hangi güzergâhları izlediklerini ve hangi kasabalardan geçtiklerini kaydedebilir. Ve inanin bana, damga toplamak yolu daha da keyifli hale getiriyor :) 

Santiago de Compostela’ya vardığında, Compostela adı verilen resmi hac belgesini almak isteyenlerin de, en az 100 km yürüdüğünü (veya 200 km bisiklet sürdüğünü) kanıtlamaları gerekir. Damgalar, bu mesafeyi tamamladığını göstermek için bir nevi resmi delil olarak kullanılır. Yolculuk sonrası, birçok kişi damgalarla dolu hac pasaportunu saklayarak hatıra olarak tutar <3 

Son bir bilgi daha vereceğim size, kim bu Aziz Yakup ? Isa'nin 12 havarilerinden biri, Ispanya'ya dini yaymak icin misyoner olarak gidiyor ama pek takipçi bulamayınca Filistin'e geri dönüyor. Ms 44 yılında idam ediliyor, havari olarak öldürülen ilk kişiymiş. Peki, Kudüs'te öldürüldüyse, Ispanya'da nasıl mezari bulunuyor ? Efsaneye göre, öğrencileri bedenini bir kayığa koyup Akdeniz üzerinden Kuzey İspanya’ya getirmişler. Ah ah, çok isterdim gecmisi, tarihi bir film gibi izleyebilmeyi. 

Konudan bagimsiz ama Stephen B. Heard' in Charles Darwin Kaya Midyesi ve David Bowie Örümceği isimli kitabini okuyorum. Bitki ve hayvanların bilimsel isimlerinin nasıl verildiği hakkında ve farklı farklı türlerin nasıl bulunduklarının hikayelerini de anlatıyor. Her hikayede gecmise gidiyor ve inanılmaz hayranlık ve minnet duyuyorum. Ah diyorum, bir film gibi izleyebilsek su gecmisi ama okuyabiliyor olabilmekte ne büyük nimet.


Neyse, konumuza geri dönelim :) Haci yolunu gören Nesli durur mu, hemen aldım bileti Faro'ya. Yalnız yürüyüşe Faro'dan başlamadım. Porto'dan Santiago de Compostela'ya giden iki yol var. Biri okyanus kenarı, sonradan planlanan yol, digeri eski yol. Hadi bakalım dedim, ben rotayı Faro'dan başlatayım. Faro okyanus kenarında tatlis bir sehir, 1-2 gün yeterli ama ben 4 gün ayirmaya karar verdim çünkü o kadar yorulmuştum ki calismaktan, dedim sadece sahilde yatacak ve günesin keyfini cikaracagim ve gercekten öyle de oldu. 4 günün iki günü 20 ila 30 km arasında yürüyerek gecse de, diğer iki gün hiçbir şey yapmadım, sahilde dinlenip, kitap okumak ve yemek yemek disinda :) 


Daha sonra Faro'dan Lizbon'a giden trene atladım. Otobüsler daha uygun ama ben tren yolculuklarının asigiyim <3 Lizbon Avrupa'nin en eski sehirlerinden biri. 1755'te deprem/tsunami sebepli sehir tamamen yok oluyor ve bastan kuruluyor. 3 gün ayırdım bu kaldirimlari(Calçada Portuguesa) bile sanat olan sehre. Köprüleriyle, tarih kokan sokaklariyla, yedi tepesiyle ve sehrin altındaki gizli tüneller agi ile bana Istanbul'u anımsattı. 

Hostelin lobisinden bir sehir haritası kaptım. Internetimi kapattım, ilk gün yaklaşık 20km haritaya baka baka yürüdüm, gezdim sehri. Kolay olmadı harita ile bir sehri gezmek. Navigasyona o kadar alismisim ki, haritada yönümü bulmam biraz zaman aldi. Alfama'nın dar sokaklarında kaybolmak, Lizbon’u tanımanın en güzel yoluymuş meğer. Hiçbir plana uymadan yürüdüm. Eski çamaşır ipleriyle süslenmiş pencerelerden Fado melodileri sızıyor, bir anda bir tepenin başına gelip Tagus Nehri’ne bakıyordum. Yoruldukça sokak kafelerine sığındım, pastel de nata molası vermek bahanem oldu <3 Bir sehri, bilmediğin yerleri keşfetmek ne kadar ilginç bir duygu. Dilini bilmediğin ama ruhunu anladığın sokaklar var bazı şehirlerde. Ayakların yürürken zihnin susuyor. Bu yüzdendir ki ilaç gibidir yürümek. 

Lizbon'dan atladım trene, Porto'ya doğru düştüm yola. Kulağımda bir Evanthia Reboutsika melodisiyle aktı yolculuk. Lizbon’un yokuşları, yerini yavaşça kuzeye doğru uzanan yeşil tepelere bıraktı. Ne yapacağımı, nereye varacağımı düşünmeden sadece izledim; ağaçları, istasyonları, arada göz göze geldiğim yabancıları.. Haritalar, inançlar, kategoriler değişiyor yolda ilerledikçe ama ben, bu sonsuzluğun içinde kendimi bir parçacık olarak hissediyorum. Bu yüzden seviyorum tek başıma yola cikmayi. 

Zora Neale Hurston, yoldaki toz izleri kitabında söyle diyor : "Neden korkayım? Varlığım sürekli değişen, sürekli hareket eden ama asla kaybolmayan maddeden yapılmış. Öyleyse mezheplere ve farklı inanç sınıflamalarına ne gerek var? Neden kendimi tüm insanlığın tesellisinden mahrum bırakayım? Evrenin herkesi sarabilecek büyüklükteki kuşağının küçük küçük birçok yüzüğe ihtiyacı yoktur. Ben sonsuzlukla bir bütünüm ve başka bir güvenciye ihtiyacım yok." Sanirim diye yazıyorum günlüğüme, bir yerde okumuştum, insanin dünyadaki görevi tanrının izdirabindan kurtulmak degil. Bu dünya bizim ve onu cennete/cehenneme çevirmek elimizde.. 

Barok kiliseleri, Eyfel havası taşıyan Gustave köprüsü, Douro Nehri’nde yalnızca şarap fıçıları taşımak için yapılmış geleneksel Rabelo tekneleri, renkli ve dar sokaklarıyla ünlü Porto.Hostele gidip eşyalarımı bırakıyorum. İlk iş, Sé do Porto Katedrali’ne gidip hac yolculuğumun ilk mührünü almak oluyor. Sonra yine rastgele, haritasız, plansız bir şekilde şehri yürümeye başlıyorum.

Köşede minik bir kitapçıya denk geliyorum. Bilirsiniz, ülkelerin kitapçılarını gezmeye bayılırım — dilini bilmemin bir önemi yok. Her ülkenin kitap kapakları farklı bir estetik taşıyor ve bu bana büyük keyif veriyor. Kitaplara göz gezdirirken gözüme küçük bir Santiago de Compostela kitabı, aynı zamanda bir günlük ilişiyor. Hiç düşünmeden alıyorum.

Akşam yemeğinden sonra hostelde Camino yürüyüp geri dönenlerle karşılaşıyorum. Oturup uzun uzun konuşuyoruz. Anılarını dinliyor, öneriler alıyorum. Hepsi farklı yerlerden gelmiş ama yüzlerindeki ifade aynı: yorgun ama dingin bir huzur.

Sabah erkenden uyanıyorum. Sırt çantam hazır. Kapıdan çıkarken, birkaç kişi gülümseyerek arkamdan sesleniyor: 

“Buen Caminho!” (2.Bölümde görüşürüz!)

 



 


Yorumlar

Popüler Yayınlar