İÇİM DÖKÜLÜYOR- 2

Merhaba. Bu bir içini dökme yazısıdır ve kendi kendini imha etmeyebilir. içim dökülüyor serisinin ikinci bölümüne hoş geldiniz. 9 yıl sonra. 

Insan kendini hiçbir zaman bütünüyle tam, yerine oturmuş veya eksiksiz hissetmez. Eksiklik, bizi arayışa iten temel bir dürtüdür. Sürekli tamamlanmaya çalışmak, aslında bizi diri tutandır. Belki insanın kaderi budur: hep biraz eksik hissetmek ve o eksiklik sayesinde yol almak.

Dünyanın neresine gidersen git, göçmen olmak bir “şarta bağlı kabul edilme hali.” Göçmenliğin en ağır yüklerinden biri, hayatının senin çaban dışında belirleyicilerle ölçülmesi. Evraklar, oturum izinleri, vatandaşlık başvuruları… Kendi emeğin, bilgeliğin, karakterin değil; kağıt parçaları ve bürokratik süreçler seni “nitelikli” ya da “niteliksiz” ilan ediyor. Yani sadece işini yapmak değil, varlığını sürekli ispat etmek zorundasın. Bu durum, çalışmayı yalnızca geçim aracı olmaktan çıkarıp, varlığın temeli haline getirebilir. (Şikayet/söylenme vs amaclarla yazilmamistir.)

Güzel taraflari da cok. Zaten bir kere yeniden kök salabilmiş, bir evi başka bir ülkede kurabilmiş oluyorsun. Aidiyeti dışarıdan beklemek yerine, onu önce kendi içinde kurmayı öğreniyorsun. (Aidiyet sabit bir yer mi, yoksa taşınabilir bir hal mi ? ) Insanı milliyetinden bağımsız görebilme yetisi kazanıyorsun. 

Konu konuyu açıyor iste. Dünyanın her yerinde “bizden” ve “ötekiler” ayrımı vardır; tarih bunun örnekleriyle doludur ve göçmen olarak bu ayrımı en çıplak haliyle yaşıyorsun. Ingiltere'de yüzbinlerce insan sokaklara döküldü. Ne icin? Ülkelerindeki göçmenleri kovmak icin. Yunus Emre'nin sözü geldi aklima. ‘Bölüşürsek tok oluruz, bölünürsek yok oluruz.’

Hayatta kesinlikle denenmesi gereken bir sey söyle desen, kısa süre de olsa göçmen olmayi denemek derim. Hem zor, hem güzel, hem yorucu, hem ilginç deneyimlere kapi actigi icin, dünya vatandasligina adim atma imkanı sunduğu için (herkes benzer tecrübelerde olmayabilir tabi.), hayatin farklı eksenlerini gösterdiği için. Uzar gider, velhasıl bence denenmeye deger. 

Biraz da ikilemde kalmak gibidir göçmenlik. Arada derede. Geldiğin topraklar, sana öğretilenler, yolda öğrendiklerin, gördüklerin, edindiğin tecrübeler… Bunları sarıp sarmalayıp, hangisini heybene koyup yoluna devam edeceğin sana kalır. Ortaya biraz karışık ama gönlünce bir insan çıkarmaya çalışabilirsin.

Ben ailemden, atalarımdan öğrendiklerimi; sevdiğim, işime yarayan, doğru bulduğum şeyleri taşırken; yol boyunca edindiğim tecrübeleri ve farklı topraklardaki yaşam biçimlerinden, bakış açılarından hoşuma gidenleri de heybeme ekleyerek yoluma devam etmeye çalışıyorum. 

Szymborska söyle söyler: Hiçbir şey sırf kendine ait değildir; dünya hepimizin ortak denemesidir. Yalnız dünyanın düzeni biraz değişiyor gibi.

Hz. Muhammed’in tanımına göre: “Kavmiyetçilik, zulüm ve haksızlıkta kavmine yardımcı olmaktır.” Yani senin kavmin ya da ekibin bir haksızlık yapıyorsa, sen de “bizimkiler yapıyorsa vardır bir bildikleri” diyerek destek oluyorsan; işte o zaman ırkçı oluyorsun.

Ne kadar tekil, içe dönük yaşamlar seçilse de, insan toplum olarak öğrenerek, öğreterek ve birlikte yaşayarak uygarlık kurar, kurmalıdır. (Prometheus'un armağanı yazısında biraz bahsetmiştim)

Rilke’nin dediği gibi: Yalnızlık, herkesin yanında taşınan bir göç gibidir; ama bir dost eli, yolculuğu eve çevirir.

Attila İlhan ile bitirelim. ‘Bir hayatı birlikte göğüslemektir yaşamak; yoksa herkes tek başına bir hiçtir.’

Velhasıl, dilerim hep sevgi ile..

Yorumlar

Popüler Yayınlar