Prometheus’un Armağanı


Bugün biraz mitolojiden gideceğim. İnsanlık, başta çıplaktı. Ne pençesi vardı, ne postu. Ne uçabiliyordu ne de hızlı koşabiliyordu. Diğer hayvanların aksine, doğanın sunduğu hiçbir doğal savunma mekanizmasına sahip değildi. Ta ki Prometheus ve Epimetheus, tanrılardan ateşi çalıp insanlara verene kadar.

Prometheus yalnızca ateşi değil, onunla birlikte dil, zanaat, çiftçilik, dikiş ve dini ritüellerin bilgisini de getirmişti. Bütün bu beceriler, insanı doğaya karşı daha dirençli kılmıştı. Ancak Protagoras’a göre, Zeus insanlara bir armağan daha verdi: birbirlerine bağ kurma, arkadaşlık geliştirme, işbirliği yapabilme kapasitesi.

Fakat bu kapasite, tohum halindeydi. Protagoras der ki: "İnsanlar bu tohumu filizlendirmek için ancak öğrenerek, öğreterek ve birlikte yaşayarak bir uygarlık kurabilirler." Yani hediye verilmişti, ama onu nasıl kullanacağımızı birlikte öğrenmemiz gerekiyordu. Aksi takdirde bu armağan, bir hiçti.

İnançları, gelenekleri, kuralları ve hatta bilgeliği bile yalnızca miras olarak değil, deneye yanıla yeniden inşa edilecek şeyler olarak görmek gerekir. Sorgulamak, yıkmak değil; yeniden düşünmektir. Özgür düşünce, dogmaların değil, merakın ve birlikte yaşama arzusunun hizmetindeyse ancak o zaman anlamlı olmaz mi ? Protagoras’ın dediği gibi: İnsan her şeyin ölçüsüyse, o halde kendimizi ve dünyayı ölçmenin daha adil, daha açık ve daha insanca yollarını bulmak da bizim görevimizdir. 

Protagoras bir başka sözünde şöyle diyor:

“Tanrılar hakkında ne var olduklarını ne de olmadıklarını söyleyebilirim. Zira bu konuda bilgiye ulaşmamızı engelleyen hem konunun belirsizliği hem de insan hayatının kısalığıdır.”

Peki, kısacık ömrümüzü, doğaüstünün kanıtı peşinde mi geçirmeliyiz? Yoksa bu hayatı, elimizdekilere, bir
diğerine, toprağa, dile, dostluğa, odaklanarak mı yaşamalıyız?

Belki de hayatın anlamı, tanrısal bir planı çözmek değil; bu dünyadaki bağlarımızı anlamak ve onarmaktır.
İnsanın görevi, dünyayı daha yaşanabilir, belki de birlikte yaşanabilir, bir yer haline getirmektir. Ve belki de bize verilenlerle yetinmek değil; onları nasıl kullandığımızı sorgulamaktır.

Umut, gökten inmedi bize; onu birlikte inşa etmemiz gerekiyor.

Camus’nün Sisifos Söyleni geldi aklıma: Adam kayayı tepeye taşır, kaya hep geri yuvarlanır. Anlamsızlıkla yüzleşmiştir artık, ama yine de taşımaya devam eder. Çünkü bu, onun seçilmiş eylemidir. Belki de iyi olmak, anlamlı olduğu için değil; anlamsızlığa rağmen bir tavır almak olduğu için değerlidir.

Sevgiyle, hep sevgi ile dostlarım. 

Yorumlar

Popüler Yayınlar