Anlam, acıya bile katlanma gücü verir

Sinan Hocanın bir yerde söylediği bir cümle vesilesiyle başladım bu konu üzerine düşünüp, kendimce notlar almaya. "Kültürel, dini inanclar bir nevi zihnin açıklıklarını dolduran en büyük psikiyatrik koruyuculardır." En büyük müdür emin degilim ama bireyin zihinsel bütünlüğünü ve ruhsal dengesini koruyan en temel psikolojik dayanak sistemlerinden biri olduğu kesin gibi. 

Inanç sistemleri bir ic düzen aracı gibi. Mesela kader, teslimiyet, dua aslında bizim anksiyete regülasyonu dediğimiz kaygı geldiğinde onunla kaçınmadan, bastırmadan ama taşmadan başa çıkabilme becerisidir. Sonuçta kaygı regüle edilmezse, yani doğru şekilde yönetilmezse, ya taşkın (panik, öfke, kaçma) ya da baskılanmış (içe kapanma, donakalma, kronik gerilim) formlarda kendini gösterir. Ha tabi ters etki de yaratabilir, "ne yaparsam yapayım kaderimde varsa olur” düşüncesi, kişiyi güçsüz ve çaresiz hissettirebilir. Ama evet, uygun bağlamda ve psikolojik sağlamlıkla birleştiğinde anksiyeteyi regüle eden güçlü içsel kaynaklardır diyebiliriz.

Victor Frankl söyle bir sözü var; “Anlam, acıya bile katlanma gücü verir.” Dini ve kültürel inanclar, özellikle topluluk, aidiyet, yalnızlık ve yabancılaşmaya karşı güçlü bir psikososyal tampon işlevi görebilir. Mesela ibadet ritüelleri, ortak bir zaman ve mekan duygusu yaratır. Zaten "ben bu gruba aitim" hissi, sosyal sinir sistemini aktive eder, bu da güvende hissetmeye neden olur. Tanrıyla ve inananlarla kurulan bağ, "kozmik yalnızlık" dediğimiz varoluşsal yalnızlığa karşı bir bağ sunar. Kültürel/dini yapılar, bireye anlamlı roller verir: anne, dede, komşu, kardeş, kul vb. Ee bu roller, boşluk hissini önler ve kişiye aidiyet temelli bir yön duygusu kazandırır. Ancak şu da olabilir; bu tampon etkiler, inancın içselleşme düzeyinekültürle kurulan bağın şekline ve topluluğun işleyiş biçimine bağlıdır. Dışlayıcı, baskıcı, korkutucu veya suçluluk/ceza temelli dini/kültürel yapılar, tam tersine travmatik etkiler yaratabilir.

Dindeki “günah, arınma” döngüsü, suçluluk duygusunun tanınması, 
kabul edilmesi ve dönüştürülmesi süreciyle büyük ölçüde örtüşür. Günah kavramı, insanın davranışlarının etik ve manevi bir ölçüye göre değerlendirildiği fikrini taşır. Ben yanlış bir şey yaptım ve bunun farkındayım, bireyin kendi davranışlarına dışsal bir bakış kazanmasına imkan tanır. Aslında ilahi bağışlanma, aynı zamanda kendiyle barışma süreci degil midir ? Kişinin içsel yükü hafifler, pişmanlığı işler, böylece duygusal regülasyon başlar. Tevbe, arınma süreci ise dönüşüm ve yeniden niyet etme anlamına gelir aslında. Böylece, birey eylemsiz suçluluk döngüsünden çıkıp, yeniden anlam ve yön duygusu kazanabilir. Ancak, bakın geliyor yine bir ancak :) Dinin günah kavramı, eğer korkutma ve bastırma aracı olarak kullanılırsa, sağlıklı suçluluk yerine patolojik utanç yaratabilir. Ancak şefkat temelli, bağışlayıcı ve dönüştürücü bir yorumla ele alınırsa, suçluluk duygusunun regülasyonuna ciddi katkı sağlar.
 
Peki ya anlam ? Anlam travmayı kaosa degil, hikayeye dönüştürür bir nevi. İnsanın yasamak icin bir nedeni varsa, her nasıla katlanabilir. Sınav ise kişiyi kurban degil de, özne yapar. Umut ve öz saygıyı destekler aslında biraz. Sabır katlanmak degildir yalnızca. Zaman içinde duygularla olgun bir şekilde temas kurabilme yetisidir. Belirsizliğe dayanma kapasitesini artırır; travmanın yarattığı yoğun duyguları taşmadan, bastırmadan taşımayı sağlar. Ancak bakın yine bunlar, bastırma veya suçluluk üretme biçiminde değil; anlam inşaası, özneleşme ve duygusal regülasyon sürecinin destekleyicisi olarak kullanıldığında gerçekten dönüştürücü olur. 

Ölüm? Ölümün kaçınılmazlığı insan bilincinin en temel kaygılarından biri. Bu kaygı yok oluş, kontrol kaybı, yalnızlık, belirsizlik ile birleşebilir. Ölümden sonra bir yaşam olduğuna inanmak, ölümün mutlak bir son değil, bir geçiş olduğu hissini verir. Bu da bilinmeyenin doğurduğu kaygıyı yumuşatabilir. Sevdiklerimle bir gün yeniden buluşacağım” inancı, yalnızlık ve ayrılık kaygısını hafifletir. Ama eğer ölüm sonrası yaşam ceza/korku temelli yorumlanırsa, ölüm anksiyetesini azaltmak yerine artırabilir. Ölümü yok oluş yerine dönüşüm olarak çerçevelediğinde, hem bireysel hem toplumsal düzeyde kaygıyı azaltır ve yaşamı daha anlamlı kılar. Ama bu işlev, şefkat ve umut temelli bir inanç yorumuna bağlıdır.

Din, bireysel etik ve psikoloji için gereklilik değil sanki ama çok güçlü bir kolaylaştırıcı olduğu kesin. Bütün bu başlıklar gerçekten işlevsel bir psikolojik tampon gibi — ama ancak sistem bireyin öz değerini yok etmeyen, aksine öz farkındalığını artıran bir anlayışla yaşanırsa.. 


Aklıma Yunus Emre'nin şu dizeleri geldi: 

“Ben gelmedim dava için,
Benim işim sevi için.
Dost’un evi gönüllerdir,
Gönüller yapmaya geldim.” 

Sevgi ile dostlarım, hep sevgi ile. 

Yorumlar

Popüler Yayınlar